Ana içeriğe atla

Ömer'im Esmayla ömerin öyküsü

Henüz yirmi yaşındaydı, amca diye bildiği üvey babasının evinden çıkıp Ömer'im dediğinin  gönlüne düşeli.

Yıllar geçse de, dalıp geçmişe,

Anlatırdı her seferinde;
"Hele bak derdi, şu işe!
Nasıl da görmüştü köyün meydanında;
eve koşturan bu köylü dilberini.

Dilber dediğime bakmaaa!

Elleri nasırlı, üstü başı yamalı.

Ne yüzünde alı var, ne de saçında sırması!"
İnanası da gelmezdi ya hani; söylenip dururdu mahcup bir edayla,

"Ömer'im güzel, ben çirkinim; nasıl bir görmede  sevdi" diye.
Halbuki Ömer; isminin adamıydı, ferasetliydi.
Yüzünü değil, gönlünü görmüştü.

Gel istersen sor bir Ömer'e;
Başı eğik, ruhu dimdik  olan bu keçi çobanı kızdaki  asaletin yerini, hangi süs alabilirdi.

Dönüp durmuştu da ardından, geriye bile dönüp bakmamıştı.
Boylu poslu  bu yiğidin rengine.

Olacak oldu ya!

Girmişti aklına bir kere; ömrüne yar etmeden çıkarır mıydı hiç.

Çıkarmadı da zaten telli duvaklı gelin etti  dilberini.

Hayatında görmediği sevgiyi görmüştü Ömer'inden.

Unutturmuştu baba evindeki hiçliğini.

En güzel baharında açmıştı çiçekleri, daha ilk senesinden vermişti meyvesini.

Buraya kadar güzel amma, geçim bu ya!

Kucağında bebesiyle gurbet yolu gözlemek koymuştu yüreğine.

Giden mi gurbette, kalan mı ?

Bana düşmez;

Var sen ver, cevabını...

Yine de mutluydu; bilirdi Ömer'ininde hasret çektiğini.

Her gelişi bayram, her gidişi hüsrandı...



Nasıl olmasın!

Dayanamazdı adaletsizliğe; sıralardı işleri, bölüştürürdü herkese.

Kimseyi kimseye ezdirmezdi. Dedim ya isminin adamıydı.

İş güç demezdi Ömer, alırdı yanına sultanını; oturturdu karşısına bacılarını, 
okurdu mektep görmemişlere, teker teker sayfaları.

Hikaye ve kıssalarla geceler, gündüzden daha aydınlık, daha şenlikti.

Ne yorgunluk kalırdı ne de ertesi günün telaşesi.

Köyün ise göz bebeğiydi, düşürmezdi sözünü kimse yere.

Sıra gelince sevdiceğine... Her seferinde bir bilezik takardı yarinin bileğine;  derdi "bilirim Esma'm ben yokken is sürersin yüzüne . 

Hiç değilse, bil benim yanımda değerini".

Oysa sadece, çalışkanlığına, iş-güçteki başarısına gelip dayanmıştı kapısına yıllarca talipleri.

Bu yüzden, ırgattan öte göremezdi kendisini...

Ama artık O, iki oğlunun annesi.

Ömer'inin de Esma'sıydı.


Heyhat;

Yine bir gidiş, yine bir bekleyiş...

Dönüşü bayram olacak olan Ömer'in,

kendisinden önce  geldi hüsran haberi.

Ciğerler yanmıştı. Köylü göz bebeğini yitirmişti.

Herkes duymuştu amma,

ağızlarını bıçak açmıyordu, yanarken içleri.

Hiç kimse ilk olmak istemezken;

Anlamıştı Esma gelin, yüreğini sıkıştıran;
sessiz bakışlardan "O" acı haberi.

Ne feryat edebildi ne sorabildi; yığıldı olduğu yere.

Ömer'i verilmeden, kendi girmişti toprağın derinine.

Dört yıllık körpe bir gelin. Dayanabilir miydi bu kadar hasrete?

Gömmüştü  ruhuyla, hayallerini toprağa.

Lakin, iki emanetinin bakışları dikilince karşısına.

Açılmıştı yeni bir sayfa "Yarsız-Tatsız" hayatına...



"Ağam olasan Ömer paşam olasan Ömer...Yetim kalasan Ömer......"

Ağzından sessiz sessiz mırıldanırdı türküsünü.

Aksine, yetim kalmamış, yetim bırakmıştı 


İki küçük yavru, bir de körpe gelini.

Esma da yetimdi ya!

Nere gitsin, ne etsin. Bilemedi.

Bura köy yeri, kolay mıydı dul kalmak?

Bağladı karaları, kuşandı; "Ömer'im topraksa, ben de toprağım" diyen tavrını...
Y
ıllarca talip gelmesin diye kapısına , tersinden giydi fistanını.

Geçimde bir yandan yüklenince beline, en iyi bildiği ırgatlığa sıvadı kollarını.

Ah.. Ömer Ah....!

"Sen olsan dokunur muydu yokluk,
zor gelir miydi hiç; dağdan odun taşımak,
dikenlerden yemiş toplamak."

Hatırasına leke gelmesin diye yarinin,
düzlük ya da yokuş fark etmez, iki yavrusunu da sırtlar giderdi.

Zağar sahipsiz de değildi ya!

Sonuna kadar, kol kanat gerdi bacı,dayı, ağabeysi,
göz bebekleriydi Ömerleri, boş bırakır mıydı hiç emanetlerini.


Lakin karartmıştı gözlerini, duramazdı artık köyde.

Okutacaktı yetimlerini, teslim etmeyecekti sefilliğe.

Köyden ilçeye, ilçeden şehre derken; gerdi göğsünü her derde.

Yokluk bu ya zordu.

Değdi yare; hem ciğere, hem kalbe!

Peste etmedi !

Yendi veremi, sindirdi kalbi.

Evlattı devası, var mı bundan ötesi.

Arada bir vurmasaydı iyiydi ya yarin hasreti 

Her neyse; asıl işler gerideydi, bitmemişti henüz çilesi.

Gurbet mirastı sevdiğinden , oda düşmüştü yollara

Onlar için durmalıydı, şimdi dimdik ayakta.

Ve başardı da! 

Okuttu çocuklarını, etmedi namerde muhtaç,

Doldurmasa da karını sıcak bir aş.

Şimdilik görmek istediği tek şey, evlatlarının mürüvveti. 

Kalmıştı hayattan sadece iki beklentisi.

Biri kutsal topraklara yüz sürmekti ,

Diğeri...

Yar dediğinin yanında beklemekti, "Ebedi.


VUSLAT YOLU

Bekledi de bekledi! Yılmadı bir kere bile,
çektiği her cefa belini eğse de.


Okuttu çocuklarını, aldı muratlarını,

ilk torununa koydu Ömer'inin adını,

daha ne ki; sülale de koymayan mı kaldı.

Görünce ilk göz bebeğinin mürüvvetini,
anlamıştı sıranın, kendisine geldiğini.

Amma son bir ahdi daha vardı,
 o da kutsal toprakların yolunu tutmaktı.

Helalleşip eş dostla, alıp iki oğlunu düştü yola,

belli ki atmıştı imzasını, yazgısının son sayfalarına.

Dermansız bir dertle döndü toprağına,

dünyalık görmeden düştü yatağa.

Düğününden beridir elleri görmemişti kına,

"vasiyetim olsun; Ömer'imin yanına varınca,
telli duvaklı gireyim yanındaki mezara."

Olmamıştı ki zaten kaynana, ne bana ne başkasına,

Ömer'inden ayrıldığından beri gelinlik kalmıştı, hep ruhunda.

Hey gidi annem! Vardın gidiyorsun YAR'inin yanına,

zemzemle yıkanmış örgülerin, ellerinde ise kına.

İşte kapattın gözlerini sonsuzluğa.

Belin bile düzelmişti eğriliğin den utandığın, 

O ne tebessümdü yaşarken bile farkına varmadığım.

Soluğun kesilince kaplandı yüzün, aydınlık bir nurla.


Aman Ya Rabbim!

O ne cömertlik, o ne sadakat, şahit olmadım hayatta.

Yeri yoktu, bu köhne yerde  zaten; duramazdı  o yüce ahlakla 

Ruhun Şad olsun Annem... Vardın, 63'ün de Ebedi Vuslata ... 


  "Değerli hatıraların bir miras gibi nesillere aktarılması,kültür yozlaşmasının önüne geçebilecek en büyük unsurlardan biridir."


 Bu sorumluluk duygusuyla, 
Rahmetli kayın validem ve kayın pederimin aziz hatırasına atfen yazdığım bu anıyı; bir çok insana örnek olabilecek inancıyla yazdım.
 " Anlatımda hiç bir mübalağa yok. Aksine nice söylenmemiş sözler, yazıya geçmemiş nice yaşanmışlıklar var."



Gülhanım Polat
gucaliskan@hotmail.com



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüm sirkesi

Elma sirkesini anlatıp ta üzümü geçmek olmaz  Kan yapıcı ve bağışıklık kuvvetlendirici olduğundan diyicem ama... gerçek neden komşumun annesinin ilaçsız temiz bahçesinden ikram ettiği siyah üzümü sirkeyle değerlendirmek istemem😊. Özellikle taze ve diri olanları yedikten sonra yumuşamaya yüz tutmuşları sirkeyle değerlendirmek hem israfın önüne geçiyor hemde geri dönüşümün mucizevi şifasından faydalanmış oluyorsunuz.    Fark ettim de mucize kelimesini çok sık kullanmaya başladım. Oysaki  hayatımda sürekli monotonluktan dem vururum.  Günlük rutin koşuşturmaları hızla yaptığımdan bu detayı kaçırmış olmalıyım ne büyük  bir kayıp... Meyvesinden çöpüne,  bedene uyumundan aldığın neticeye kadar mucizelerle donatılmışız ve bunu ancak birilerine yazarken fark ediyorum. Anlaşılan monoton olan hayat değil algı ve bakışlarımmış. Şahsen çok utandım .  Bu kısa iç hesaplaşmadan sonra gelelim üzüm sirkesi tarifimize. Ön hazırlıklar ve tüm aşamalar aynen elma sirkesi gibi  bir kaç küçük

Şalgam suyu

"Asrın belaları   Nereden geldiğini bilmediğin parayı kullanmak,  Doğruluğuna emin olmadığın her  söze inanmak(medya gibi..)   Ve içinde ne olduğunu bilmeden (haram-helal) yemek ve içmek."     Her şey sağlıkla başlıyor. Onun için yediklerimize ve içtiklerimize özen göstermemiz şart.   Yok boyasıydı, yok katkısıydı, yok şekeriydi derken yine bir beyin yanması.. Biz bu hallere nasıl geldik.   Aslında şaşmamalı; Anadolu gibi bereketli  topraklardan böyle vitaminsiz hastalıklı bedenlerin çıkmasına . Neticede bizim doğal olan neyimiz varsa ucuza aldılar; gelişmişlik adı altında  kimyasını bozup janjanlı ambalajlarla özendirip pahalıya sattılar. Sonra milleti bu hazır illetine bağımlı yapıp "bunlar zararlı, doğal olanı yararlı, hayatınızı geri almak istiyorsanız hayatınız verin dediler.."   Kısacası bizi aptal yerine koydular. Aklımız başımıza  geldi ama öyle şehir hayatında radikal kararlar almak düzenin gidişatına ters; üstelik hiçte kolay olmuyor. Şu z

Bilimsel olarak Nazar nedir?

  Hayatımızda en fazla kullandığımız kelimelerden biridir, nazar.   Yeni ev, yeni iş, iyi bir tahsil, güzel-yakışıklı bir eş,  güzel bir çocuk.   Bunlara sahip olmak, nazar kavramını kullanmamız için fazlasıyla yeterli.  Bilimsel kısmını küçük bir alıntıyla açıklayalım.  Nazar Nedir? Nazar halk dilinde göz değmesi, göz yakması, göz çekimi, göz istemi ve göz ışıması olarak bilinir. Arapça nazar'a isabetül ayin denilir. Nazar; bilimsel olarak, gözdeki retina kısmında bulunan ftoreseptör sinirlerinin kasılması sonucu açığa çıkan negatif ve pozitif göz akım ışınım akımına denir. İspatlanmış haliyle Nazarın 3 türlü, Alfa(sarsıcı) Beta (kırıcı,yıkıcı)  ve Gama (yakıcı) ışınları olarak, ışınım etkisi vardır. (Konumuzu ilgilendiren. Halk arasında yoğun görülen, Alfa (sarsıcı) ışını.) Nasıl oluşur? Nazarın oluşa gelmesi için nazarı vuran kişinin, nazara gelecek kişiye negatif ışın göndermesi.  Bu bilinçsiz olarak gerçekleşen bir durumdur. Nazar kesinlikle bilinçli olar