“Ailenin tek çocuğuydum, yaklaşık beş
yaşlarındaydım. Annem hem geçimi, hem de ev yükünü yüklenmiş biriydi” diye başladı arkadaşım söze.
Tek istediğim çocuklarıma mahremiyet eğitimi verirken, okuduğum kitapların yanı sıra, tecrübeli insanların tavsiyelerini almaktı. Aslında o konuşmaya başlayana kadar fazla da ciddiye almamıştım. Hani her konuya özen gösteriyorum ya bu da eksik kalmasın, cinsinden bir araştırmaydı sadece.
Sözlerine devam ederken açıkçası böyle bir itirafı beklemiyordum. Sanki sormam, içini dökmesi için bahane oldu.
Ve devam etti kaldığı yerden; babamın da annemin de en büyük sorunu, karnımızı doyurmaktı. Hakikaten ellerinden geleni yapıyorlardı. Hatta biraz abartmışlardı ki erken yaşlarda obeziteyle karşılaştım.
Onlar çalıştıkça bende hırslanıp okuyacağım, çok iyi yerlere geleceğim diye erken yaşlarda kolları sıvamaya başladım.
Yaşım ilerledikçe okul birinciliklerim, şiir ve kompozisyon yarışmasında ki derecelerim, üniversite de ve mesleki alanda elde ettiğim başarılar ve ardından gelen tebrikler, hem ailemi hemde beni onurlandırıyordu.
Ama içten içe hiç bir şey beni mutlu etmiyordu.
Bu tatminsizlik duygusu beni klinik seviyede depresyona soktu.
Ne yaptımsa kurtulamadım.
Kendimi maneviyata versem de içten içe beni bir şey kemiriyordu.
Buna rağmen başarım, evlilikte de devam etti.
Asil bir aileden, kariyer sahibi ve beni gerçekten seven, sadık bir erkekle evlendim.
Hepsi tamamdı ama, hala içimi kemiren o nedeni, bir türlü anlayamıyordum; ta ki ilk çocuğum olana kadar.
Dünyalar tatlısı bir çocuğum olmuştu aslında, tek sorun onu nasıl koruyacağımdı.
Bu, öylesine bir korku değildi.
Gecelerimi ayık geçirecek kadar, kuvvetli bir korkuydu.
Çevrem abartma diyordu, fakat ben kendime söz geçiremiyordum.
Depresyon geçmişimin yansımaları olduğunu düşündüm, fakat üzerinde durmadım.
Bu fazla korumacılığın, çocuğuma zarar vereceği kanaatine varınca, bir dostumun tavsiyesiyle terapiste gittim.
Ona korkularımı anlatınca bir müddet durdu ve “bana korkunuzun nedeni çocuğunuz gibi gelmedi” dedi.
“Ortam çevre bozukluğu; evet bunlar korkunuzu haklı çıkaracak nedenler, fakat korkunuzu tetikleyecek türden bir çevreniz yok.” diye devam etti.
O vakit istemesem de, depresyon geçmişimi açıklamak zorunda kaldım.
Terapist anlattıklarımın, durumun yönünü, tamamen değiştireceğini söyledi ve depresyonun asıl nedenini bulmak için belli seanslarla, terapiye gelmemi tavsiye etti.
Eve dönünce uzun bir zaman gidip gitmemekte tereddüt ettim.
Ama artık ben bir anneydim.
Güçlü olmak zorundaydım.
Ve çocuğum için terapilere başladım.
– Bundan sonra arkadaş gerisini anlatmakta biraz tereddüt etti.
Üzüldüğünü fark edince konuyu kapatmak istedim.
Ama kendisi devam etmek istedi. Bende artık sözünü kesmedim.
Demiştim ailenin ilk ve tek çocuğuyum, ailem iş yüzünden sürekli dışarı çıkıyor diye.
Atladığım bir tek şey vardı, oda terapiler esnasında yüzleşmek zorunda kaldığım bir gerçek.
Evet, ailem dışarı çıkarken beni amcama teslim ediyorlardı.
Askerden yeni dönen amcam, beni çok seviyordu.
Daha doğrusu bana öyle söylüyordu.
Bana yaptığı her şeyi “oyun oynamak” ve “sevdiğini göstermek” maksadıyla yaptığını söylemiş ve onca zaman doğru olduğuna inanmıştım.
Ama içten içe bir şeylerin yanlış olduğunu hissedince, kendimi inkar derecesinde kilitlemiştim.
Yıllarca amcam, “güzel bir anı olarak kaldı”; diyeceğim ama maalesef, sadece ruhumdaki acıyı kapatmak için kendimi bile inandırdığım bir travma olarak kalmıştı.
Bunu kabul etmek hiç kolay olmadı. Meğer kendimi çirkinleşmek ve sevilmemek için yemeğe vermiş, ıstırabımı bastırmak içinde okumaya vermiştim. O kadar patlak vermesine rağmen üstünü kapatmakta ısrar etmiştim.
Ne diyebilirdim ki; bana sorduklarında söyleyebileceğim tek şey“amcam beni seviyor” olacaktı.
Ama çocuğum olunca, artık bunun üstesinden gelmem gerektiğini anladım. İşin garibi terapiste gidene kadar böyle bir sorunum olduğunun farkında bile değildim.
Bundan sonra arkadaşa söyleyecek hiç bir söz ve teselli bulamadım.
Sadece derin bir sessizlik kapladı ortamı.
Yorumlar
Yorum Gönder